KÜNYE:
Yazar: Hasan Ali
Toptaş
Yayınevi: İletişim
Yayınları, 2014
Sayfa
Sayısı: 232
Alıntılar:
-Oturduğu yerden kalkmış Nuri, pamuk
fısıltısı yumuşaklığında birkaç adım atmış gecenin kalbine doğru. O zaman
anlamış bütün gerçeği; ne yürüyormuş, ne duruyor. Yürüyorum dediği durmanın ta
kendisiymiş. Düş gibi bir şey yani… Koşarsın koşarsın da varamazsın hani;
içindeki umut, varamadığın kadar büyür. Sen bakarsın ışıltıyla. İleriye
uzanırsın (uzanmak istiyorsun yalnızca), uzandıkça da kolların uzar babam uzar…
Gene de boşluğu avuçlarsın hep; düşünü düş yapan boşluğu…
-Şunu da unutma ki, yeryüzünde gecikmişliğin
ilacı yoktur.
-Hiç ummadığı böylesine bir görüntü
karşısında hafifçe ürperen muhtar, orada bekleyenlerin yüzü kadar yüzü olsun
istedi o anda, kuşkusuz hepsine yüzlerce gözle ezerek bakacaktı. Kalabalığı bir
köpek sürüsü gibi çivileyecekti ki bir daha toplanmasınlar böyle, bir daha var
olduklarından şüphe edip ikide bir yok yaratmasınlar!
-Herhalde kendi varlığına karışarak yok
olmak en akıllıca yöntemdi. Belki de bu yüzden delirmişti Cennet’in oğlu;
kendini kendine gömebilmesi için delirmesi, delirmesi için de herkesten akıllı
davranması gerekmişti.
-Belki de hayal gördün… İnsan cama uzun
süre bakınca hep böyle olur, mutlaka bir yüz görür. Daha doğrusu herkesin, asla
göremeyeceği halde görmek istediği kayıp bir yüzü vardır.
-Cennet’in oğlu kendini kendi varlığında
yok etmişken, gerçekten kadının dediği gibi bir kez daha yok olmuşsa durum
kötüydü. Bu işin sonu yavaş yavaş köyün tamamen yok olmasına dek gidebilirdi.
Belki de köy zaten yoktu da bunu kimse anlayamıyordu henüz; köylülerin hepsi
alışmıştı yokun varlığına…
-Aynı yolda yürümekten başka çaresi
olmayan tuhaf birer yaratıktı insanlar; tekrarın tekrarlananın örtüsü olduğunu
anlayamadan, aynı el sallayışların, aynı gülüşlerin, aynı yürüyüşlerin ya da
aynı oturuşların içinden geçe geçe damaklarına bulaşan uzak bir serüven tadıyla
dönüp dolaşıp aynı noktada yaşıyorlardı.
Ben Ne Düşünüyorum?
Hiçbir kitabı yorumlarken bu kadar
zorlandığımı hatırlamıyorum. Kitap öyle bir şey ki kafanızda cümleleri bir
türlü toparlayamıyorsunuz, anlatılmaz yaşanır dedikleri tam da bu olsa gerek.
Öncelikle şunu söyleyebilirim ki yazarın
dili yıllar boyunca çok değişmiş ve yaşayan birçok yazarımız gibi o da
sadeleşme yoluna gitmiş. İlk okuduğum Kuşlar Yasına Giderle Gölgesizleri
karşılaştırdığımda arada büyük bir uçurum olduğunu görüyorum. Bununla birlikte
dili böylesine kullanabilmek, nasıl yazarsa yazsın keyifle okutabilmek her
yazara bahşedilmemiş olsa gerek. Kuşlar Yasına Gider gerçekten keyifle okuduğum
bir kitaptı, Gölgesizler ise daha da büyük bir keyifle okuduğum bir kitap oldu.
Kitabı okurkenki ruh halim tamamen
“allak bullak” olarak tanımlanabilir. Öyle ki, sakin kafayla ve tüm enerjinizi
ona vererek okuyabileceğiniz bir dönemde kitaba başlamanız yararınıza
olacaktır. Seri tüketim kitaplarından biri olmadığını, bazen oturup bir cümle
için saatlerce düşüneceğinizi de unutmayın lütfen, ben baya bir sindirerek
okumuş oldum yine de her şey belirsiz :)
Hasan Ali Toptaş, her ne kadar edebiyat
çevrelerince Doğu’nun Kafka’sı olarak tanımlanıyor olsa da ben Kafka’dan ziyade
Murakami ile benzerlikler taşıdığına inanıyorum. Tabii ki bu benzerlikten öteye
geçemez çünkü Toptaş, dilimize bahşedilen tamamen nevi şahsına münhasır bir
yazar.
Kitabın konusu yokluk. Varlık ve yokluk.
Esrarengiz bir köyde insanlar aniden yok olmaya başlıyor. Cıngıl Nuri ile
başlayan bu yok olma furyası köyün en güzel kızı olarak tanımlanan Güvercin’in
de yok olmasıyla artık katlanılamaz bir hal alıyor. Ne bir iz ne de bir kanıt
bırakıyorlar yok olurken. Söz gelimi bir gün “Ruhum sıkılıyor” diye çıkıp yok
olabiliyordunuz. Üstelik kalkıp bir kişi kayboldu diye koskoca devleti rahatsız
edecek de değillerdi ya. Hem neydi bir insanın devlet nezdinde yeri?
Sanki paralel evrenler varmış ve onların
kesişim noktası da berber dükkanıymış gibi bir hisse kapıldım okurken. Tüm bu
hikaye ne var ne yok. Acaba hepsi kitaptaki yazarın hayali ya da berber
dükkanında uyuklayan adamın rüyası mı yoksa gerçeklik payı da var mı? Bu köyden
bir çıkış yolu var mı gerçekten? Ya da bu köy diye bir şey var mı? Tüm bu
insanların birilerinin içinde büyüttüğü yoklar sürüsü olma ihtimalleri var mı
acaba?
Kitabı okurken sık sık 1Q84’teki şu
alıntıyı hatırladım; “İnsanların üstderi
hücrelerinin, her gün 40 milyon tanesinin yitirildiği gerçeğini Tengo bir an
anımsayıverdi. Bu hücreler koparak gözle görülmeyen zerrecikler haline gelip
havada kayboluyordu. Biz de belki
bu dünya için üstderi hücreleri gibiyizdir. Öyleyse birilerinin bir gün aniden
ortadan kaybolması hiç de tuhaf değil.”
Yaşadığımız şu an
gerçek mi? Koca bir rüyada ya da öldük de yaşadıklarımızı tekrar izliyor
olabilir miyiz? Tekrarların tekrarından başka nedir şu an? Aynı anda kaç kişi
bilgisayarın başında öylece oturup düşünüyor olabiliriz? Tüm bu korkutucu
benzerliklerimiz ve eşsiz olduğumuzu iddia edişimizdeki aynılığımız dahil nedir
bir insan? Aslında hepimiz Andy Weir’in Yumurta’sındaki gibi biraz da aynı kişi
olabilir miyiz acaba? Şu kapıdan çıktığımızda misal, dünyanın kopan üstderi
hücrelerinden biri haline gelmeyeceğimizi, aniden yok olup hafızalardan
silinmeyeceğimizi kim iddia edebilir?
Puanlama:
-Kapak Tasarımı: 5/5 (%5):
Kitabı anlatan bir resim olduğu
kanaatindeyim. En azından bende uyandırdığı bu.
-İsim – Kitap Uyumu: 5/5 (%5):
Yokluğun en güzel tanımı olsa gerek :)
-Özgün Konu – Özgün Anlatım: 5/5 (%30)
Okuyup okuyabileceğiniz en özgün yazar
ve anlatımlardan biri diyebilirim.
-Yazarın Dili: 5/5 (%30)
Akıcı, allak bullak, dehşete düşürücü,
hayran olunası…
Kitap sizi kesinlikle çekip içine alacak
ve unutamayacağınız bir okuma deneyimi yaşatacak. Fakat hazır olduğunuzda
okumanız şartıyla. Yoksa tam tersi etki de yapabilir :D
Kitabın Puanı: 5 / 5
Yazarın ilk okuduğum kitabıydı ve çok sevmiştim. Kitaptan sonra hemen filmini de izlemiştim. Diğer kitaplarını da okumayı düşünüyorum yazarın . Sevgiler :))
YanıtlaSilaynen ben de hemencecik filmini de izledim. her kitap uyarlaması gibi biraz kesik kesik olsa da yine de fena değildi. böyle bir yazara sahip olduğumuz için çok şanslıyız bence :)
Silyeni yılın şimdiden güzelleşti o zaman :)
YanıtlaSilUzun zamandır okuma listemde yer alan bir kitaptı. Okumadan önce fikir sahibi olmak adına güzel bir yazı olmuş ❤
YanıtlaSilumarım beğenirsin sen de :)
Silhımmm sevmişsin bu yazarı, hiç okumadım ama tahmin ediyom çok iyi olduğunuu, bi ara başlasam iyi olcak bu yazarı okumayaaaa :)
YanıtlaSilbence sen seversin deep :*
SilHasan Ali Toptaş'ı birçok yerde gördüm ve merak uyandırdı bende :) Senin yorumunla da pek bi heveslendim :) O zaman hemen alıp bir an önce okuyayım :)
YanıtlaSilbaşlangıç için Kuşlar Yasına Gider'i önerebilirim o halde :)
SilHemen not alıyorum :)
SilBenim okuduğum baskının kapak resmi bundan farklıydı, bu kapak resmi ona oranla daha güzel sanki. Kitabın etkisi ise kolay kolay geçen türden değil gerçekten. Hele birbirinden farklı gibi görünen iki hikayeyi aynı anda yürütüp bunları hem birbirinden bağımsız hem de birbirine dahil kılabilmek... Anlamaya çalışırken beyin yakıyor. Ben de okurken aynı şekilde Haruki Murakami ile bağdaştırmıştım fakat yakın zamanlarda okuduğum için öyle oldu gibi gelmişti. Çok güzel anlatmışsın, tekrar okuyasım geldi :)
YanıtlaSilçok teşekkürler :) değişik baskıları çıkmış evet, ama ben de seviyorum bu kapağı. acayip beyin yakıcı bir kitap, Murakami konusunda yalnız olmadığıma sevindim :)
Silyeni bitirdim ve ben de kafka değil murakami ye yakın buldum :)
YanıtlaSilyalnız değilim desene :)
Sil